19 Temmuz 2012 Perşembe

Koleksiyoncu - John Fowles





"Bütün kadınlar gibiydi. Önceden kestirilmesi olanaksızdı. Bir an yüzünüze gülümsüyor, az sonra kinini kusuyordu."

"Buradaki ilk günlerimde ölmekten nasıl da korkuyordum. Ölmek istemiyorum, çünkü geleceği aklımdan çıkaramıyorum. Yaşamın bana neler getireceğini öğrenmek için umutsuzca bir merak duyuyorum. Başımdan neler  geçeceğini, nasıl gelişeceğim, beş yıl sonra, on yıl sonra, otuz yıl sonra ne olacağım. Evleneceğim adam, yaşayacağım ve gezeceğim yerler, Çocuklar. Yalnızca bencil bir merak değil. Tarih boyunca en az ölme arzusu duyulacak bir zamanda yaşıyorum. Uzay yolculuğu, bilim, uyanıp gerinen koca bir dünya. Yeni bir çağ başlıyor. Tehlikeli olduğunu farkındayım. Ama bu dünyada yaşamak harika bir şey. Çağımı seviyorum."


John Fowles - Koleksiyoncu 



12 Temmuz 2012 Perşembe

İthaka'ya Yolculuk - Demir Özlü

"İçinde yaşadığımız kentler, bütün bu işleyen yaşam bizden önce yapılmıştı ve hiç bir somut katkımız yoktu ona."


"Bu yaşamın işleyişine nereden katılacağını hiç bilmediğini görmek bir şey kazandırıyorsa acı içinde kıvranan bu dünyada, bütün bu kopuşun, kaçışın, bu dümdüz yalnızlık ülkesine belki senin de iyice bilinç düzeyine çıkaramadığın, gizlice içince taşıdığın bir yok oluş isteği var."


"Hiç birşey unutmadığını biliyorsun. Hayır hiç birşeyi unutmadın. Geçmişini görüntüleri sadece girintisi çıkıntısı törpülenmiş, yassılmış biraz daha saydamlaşmış, tuhaf biçimde duygulu, birbirini çağırıştıran, uzun, ince bir dizge haline geldi belki de. Şimdilik çokça öne çıkarmıyorlar kendilerini. Dış dünyayı izlemene izin veriyorlar. Ölümcül bir biçimde henüz abanmıyorlar üzerine. Varlıklarını sürekli duyurmakla yetiniyorlar."


"Vurgun yemiş bir deniz dibi canavarı gibi izleneceksin bu hırçın görüntülerce."


"Görmüş, geçirmiş, atlatmış kişi bir bilgeliğe ulaşmış gibi görünse de daha mutlu değildir kuşkusuz."


Demir Özlü - İthaka'ya Yolculuk

10 Temmuz 2012 Salı

Düşkün - Thomas Mann




"Denizi ilk gördüğüm günü sık sık düşünürüm. Deniz büyük, deniz geniş, bakışlarım kıyıdan ayrıldığında doyuma ulaştığını umardı: Ama orada çok gerilerde ufuk vardı. Neden benim de bir ufkum var? Yaşamdan sonsuzluğu bekledim hep." 

"İntihar nedir? Özgürce seçilmiş ölüm? Ama hiç kimse özgür olmadan da ölmez ki. Zayıflığın ayrımı yapılmaksızın yaşamdan vazgeçiş ve kendini ölüme sunuş. Bu zayıflık ya ruhsal ya da sürekli bedensel bir hastalığın sonucudur. Belki de her ikisinin. Yani kişi önce kendinle anlaşır ve ardından ölür..."

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Aşkı Bulmanın ve Korumanın Yolları - Kürşat Başar



"Hayat biriktirmek demek. Herkes bir şeyler biriktiriyor; dostluklar, sevgiler, para, eşyalar hep biriktiriliyor. Günün birinde hepsi bir araya gelip bir fotoğraf oluştursun diye. Bu koca fotoğrafın içindeki yüzlerin, eşyaların, gülümseyişlerin, öykülerinden kurulu hayatımıza bakıp gülmek yada hüzünlenmek için."

"Her şey seninle gelir... Nereye gidersen git, kaç yaşına gelirsen gel, yaşadığın her şey seninle gelir."

"Ben hem serüvenlerin peşinden koşmak hem de istediğim zaman güvenli bir limana sığınmak istiyordum. Orada beni bekleyen durgun suların olduğunu bilmek rahatlatıyor, yoksa gidemem."

"İnsanların hayatlarını renkli ve ışıklı kutulara tıkıştırıp sonra da bunu parlak bir buluş sanmadıkları bir yer."

"Hiç haberi yoktu.Kendi yaşamını sürüyordu, benim yaşamımdaki bütün alanlara girdiğinden, her sabah onla uyanıp, her gece onla uyuduğumdan, yüzyıllar öncesinden kalma şiirlerden, televizyonda çalınan sıradan bir şarkıdan ikimize bir dünya kurduğumdan haberi yoktu."

"Çok uzakta herşeyin unutulabileceği kadar uzak bir yer, insanın kendisinden başka hiçbir şeyi düşünemeyeceği kadar uzak?"

"Acı, mutsuzluk, heyecan, sevinç, gelgitler... Hepsi aynı akşamdı."

"İnsan sonsuza dek kötü şeylerle karşılaşmaz ya, bir yerlerde bir dönüm noktası olmalı."

"Dev bir dalganın üstünde tam uzaklara gittiğimi sanırken bir başka darbeyle kendimi yine kıyıda buluyordum."

"Nedir bu? Hepimizi saran mutsuzluk! Gerçekten de bazen elimizdekilerle yetinmeyi unuttuğumuz için yanı başımızdakileri değil, asla ulaşamayacaklarımızı mutluluk sandığımız için mi böyle cezalandırılıyoruz?"

"Sessiz bir anlaşmayla gün ışığında hiç bir ortak yanı olmayanlar insanlar, belki de birbirinden nefret edecek insanlar dost oluyor."

"Kumdan bir şato ya da iskambillerden bir ev yapmaya çalışıp sürekli kumların, kağıtların yıkılıp darmadağın olduğunu görmekle geçen bir hayat. Hep iskambillerden yapılacak en büyük evin, kumdan yapılan en büyük şatonun peşinde olup sıradan bir yapıya bile ulaşamamak ne acıklı değil mi?"

"Belki de tek isteğim birlikte şarkı söylemekti, benim şarkı basit,sıradan, sevimli bir şarkı ama sen söylemedin!"

"İçinde benden en küçük bir parça bile olmayan hayatıyla..."

"Olduğun yerde bir an için bile olsa aklından geçmeyi umuyorum."

"Çünkü sanırım hayatında benim var olabileceğim bir zaman ve mekan yok."

"Tıpkı senin gibi benim de hayatım sayısız ayrıntıyla, çalan telefonlarla, ertelenen sorumluluklarla, kaçtığım insanlar ve zorunluluklarla dolu. Bir de onlarla dolu günleri taşıyabilmek için edindiğim alışkanlıklarla."

"Ve hepimiz biliriz ki yanımızda kalan bütün prensler sonunda kurbağaya dönüşür."

"Artık iyi piyano çalmak, iyi futbol oynamak, iyi şarkıcı olmak iyi devlet adamı olmak yeterli değil. Aynı zamanda soytarı olmak gerekiyor. Günümüze bilgi çağı diyorlar, imaj çağı diyorlar. Oysa aslında tam bir soytarılar çağı."

"Şimdi nasıl tutunacak hiçbir şeyin kalmadığını (uğruna ölünecek hiçbirşey yok, tıpkı uğruna yaşanacak bir şeyin olmadığı gibi) içimdeki kalabalığın nasıl beni böyle ansızın bırakıp gittiğini, ne çok şey yitirdiğimi..."

"Kirli bir vicdanla yaşanabilir ama gerçekten paramparça olmuş bir kalple yaşamak korkunç." 

"Başka bir zaman, farklı bir yerde, beklenmedik biçimde..."

"Hepimiz günün birinde kendimiz için doğru olanı seçerken bir başkasının yaşamını altüst ediyoruz."



Kürşat Başar - Aşkı Bulmanın ve Korumanın Yolları


Not: Çok ama çok sevdiğim bir romandır okumadıysanız şiddetle tavsiye ederim. En kısa zamanda tekrar okumak dileği ile...



3 Temmuz 2012 Salı

Tonio Kröger - Thomas Mann






"İki dünya arasındayım. Her ikisinde de rahat edemiyorum. Bu yüzden işim zor. Siz sanatçılar benim bir burjuva olduğumu söylüyorsunuz, burjuvalarsa beni tutuklamaya kalkıştı... hangisi beni daha çok incitti bilemiyorum. Burjuvalar aptal; ama güzelliğin hayranları olan sizler, benim ağırkanlı olduğumu, özlemlerim olmadığını söyleyenler, hiçbir özlemim sıradanlığın hazlarından daha tatlı ve dokunaklı olmadığını savunan bir sanatçılık anlayışı da olduğunu unutmamalısınız; hem kökeni ve kaderi itibarıyla öylesine derin ki bu sanatçılık anlayışı..."

"Fakat Tonio Kröger daha bir hayli zaman soğuyan mihrabın önünde durdu, yeryüzünde sadakatin mümkün olmadığını hayret ve hayal kırıklığı içinde gördü, sonra omuzlarını silkti ve yoluna devam etti." 

"Beş dakika önce şuracıkta bir meslektaşa rastladım, hikayeci Adalbert'e. "İlkbahara lanet olsun" dedi bana haşin edasıyla. "Mevsimlerin en kötüsü, öyle de kalacak." "Biraz eşince büsbütün bayağı ve bir işe yaramaz oldukları meydana çıkan yersiz duygu sizi rahatsız ederken ve bütün kanınız uygunsuz bir biçimde karıncalanırken makul bir fikir kavrayabilir misiniz, ufacık bir nükte yapmak, ufacık bir tesir elde etmek için sükunetle çalışabilir misiniz, Kröger? Ben kendi payıma kahveye gidiyorum. O, mevsim değişmelerinden müteessir olmayan, tarafsız bir mıntıkadır. Görüyorsunuz, kahve edebiyatın elalemden uzak ve yüksek bir katıdır, orada insana ancak asil fikirler gelebilir." Ve kahveye gitti, belki ben de onunla birlikte gitseydim, daha iyi ederdim. "

"Edebiyat bir ilham değildir, o bir lanettir."

"Unuttum mu sizleri?" dedi kendi kendine, "hayır asla! Unutmadım, ne seni Hans, ne de seni sarışın Inge! Sizin için çalışıyorum ben, alkışları işitirken, yan gözle etrafıma bakıyorum, sizin de katıldığınızı görmek için.. Don Carlos'u okudun mu  şimdi Hans Hansen, bahçenizin kapısı önünde vadettiğin gibi? Okuma onu! Bunu senden istemiyorum artık. Yalnız olduğu için ağlayan o kraldan sana ne? Parlak gözlerini şiirlerin ve melankolik fikirlerin üstünde bulandırma ve soldurma..."


Thomas Mann - Tonio Kröger